FERDİ TAYFUR'UN ANILARI (KISACA HAYATI VE ESERLERi)
1945
Yılında Adana'nın Hürriyet Mahallesi 381. sokakta Nezihe ablanın tek gözlü
kerpiç evinde dünyaya geldim. Benden önce Tayfur isimli kardeşim varmış ve
altı yaşından zehirli sıtma hastalığından kurtulamayarak ölmüş. Şimdi 4 kardeşiz.
İkisi kız İkisi erkek. Benden büyük bir ağabeyim var adı Sermet. Küçüklerim
ise Nafia ve Nerime, Annemin adı Şerife, babmın adı ise,
Beyköylü
Cumali.
"BEN BEYKÖYLÜ CUMALİ'NİN OĞLUYUM..."
Sonradan annem anlatmıştı. Eğer ağabeyim Tayfur ölmeseymiş, belki de ben şimdi
dünyada olmayacıkmışım. Öylesine yoksul bir durumdaymış ki ailem o yıllar,
beni doğurmak istememiş annem. Aldırmayı kafasına koymuş. Ama babam kendini
içkiye vermiş oğlunun ölümü nedeniyle. Ve anam da o ızdırapla beni karnında
unutmuş. Zorunlu olarak doğduğum zamanda , ölen oğullarının adının önüne bir
Ferdi eklenmiş, şimdiki kimliğime kavuşmuşum.
Altı yaşındayken babamı kaybettim. 29 yaşındaki ''Beyköylü Cumali '' beni ,
3 kardeşimi ve annemi terkedip göçtü bu dünyadan. Şimdi hayal meyal anımsıyorum
babamı. Ve hiç aklımdan çıkmıyor o dev yapılı efsane kahramanı babam. Özlüyorum
ve sık sık rahmetli annemden, henüz tanıyamadığım babamın
öyküsünü dinlemek
istiyorum. Ama ilk sözcüklerle birlikte ağlamaya başlıyor. Sonra pişman oluyorum
annemi üzdüğüm için. ''Dur anlatma anam ağlama söz bir daha babamı sormayacağım
sana'' diyorum.
Bir yandan hıçkırıklara boğulan anam, yinede susmak bilmiyor ve kesik kesik
cümlelerle başlıyor ''Beyköylü Cumali'nin'' öyküsünü dile getirmeye:
''Baban toprağı olmayan, cebinde beşparasız bir köylüydü. Birbirimizi delicesine
severek evlendik. Hapisten henüz çıkmıştı. Bir düğün gecesinde göz göze geldik
ve beni istetti. O denli mert bir insandı ki, tüm çevre halkı ona sığınırdı.
Bilekli ve yürekliydi. Zaten hapisede o yüzden düşmedi mi? Halasının kocası
askerdeyken halasına bir adam musallat olmuş. Cumali'ye haber salmış kadın.'' gel beni bu adamın elinden kurtar'' diye. O da bıçağı kaptığı gibi adamın
peşine düşmüş. Ve bıçaklamış. Karınca bile incitmezdi ama,
namusuna da düşkündü.
Namusu için dünyayı yıkardı. Tabii Jandarmalar hemen tutuklayıp hapise atıyorlar.
Bir kaç yıl yatıp çıkıyor. Çıkar çıkmaz da evleniyoruz. İşte o
gün bugündür
de namı ''Beyköylü Cumali'ye'' çıkıyor.
Sonra evliyken askere çağırıyorlar. Sen o zaman 4 yaşındaydın. Hatırlamazsın,
baban çok senden ayrı kaldığına üzülerek gitti askere. Hiç unutmam sabah erkenden
kalkıp seni uyandırdı ve dakikalarca sarılıp sarılıp öptü.
YOKSULLUKLA İLK TANIŞMA...
''Bu çocuğa iyi bak ileride büyük adam olacak hanım'' diyerek tahta bavulunu
alıp yola koyuldu Arkasından su döktük. Sen uykulu gözlerle babana el salladın.
Neden sonra bir ağlamaya başladın ki susturabilene aşkolsun. İlle ''baba
baba'' diye tutturmuştun. Komşular, akrabalar güçlükle susturdular seni. Kaynak: FerdiFon
Müzik
Her akşam seni ve ağabeyini alıp gezmeye götürürdü baban. Sen mi yoksa Sermet
mi , bilemiyorum, geçmiş gün unutmuşum. Bir gün bir oyuncakçı dükkanında bir
kamyon görmüşsünüz. Ayrılmak bilmemişsiniz dükkanın vitrininden. Çekiştirip
duruyormuşsunuz babanızı ''kamyonu al'' diye. O gün Cumali eve geldiğinde
yüzü
sapsarı, gözleri öfkeden fırlayacak gibi... O dev yapılı adam adeta çocuk
gibi ağlıyordu karşımda. Lanet ediyordu böyle hayata böyle yaşamaya. Sizlere
o kamyonu alacak parası olmadığı için sabaha kadar uyuyamadı. Sigara üzerine
sigara yaktı. Gezinip durdu odanın içinde. Bir ara yanınıza gelip ikinizi
de okşadı, saçlarınızdan. Ay ışığı tam Cumali'nin üzerine vurmuştu. Hani musluktan
su damlar ya, işte öylece gözlerinden yaşlar damlıyordu, yanaklarınız üzerine.
Sizler ise mışıl mışıl uyuyordunuz.
Bana dönüp ''şu küçümenlere bak. Kim bilir belkide rüyalarında o kamyonu
görüyorlardır şimdi. Allah belasını versin bu kahpe dünyanın. Ahh! sefil para.
Rezil ettin beni be !''
''Hadi yatsana artık Cumali Efendi. Yarın ola hayrola. Çocuktur onlar isterler. Ne üzüntü ediyorsun kendine''
O hala ''Niçin, niçin ?'' inliyor, haykırıyordu. Onu izlerken yüreğim parçalanıyordu.
Benim de içimi bir hüzün kaplamıştı. İnsan bazen öyle oluyor ki, yoksulluğu
unutuveriyor. Sanki Allah buyruğuymuş gibi herşeye razı gösteriyor. Ama çaresizliğe
düştüğün zaman da isyan ediyorsun, yumruklarını havaya kaldırıp onulmaz acını
göğe doğru yükseltiyorsun.
İşte böylesi bir garipliğimiz vardı Adana'da.
Anamın nasırlı ellerini iki elimin arasına almış öpüyordum. Tarnısal bir anlam
kazanmıştı yüzü. Saçlarının ak telleri gözlerinin üzerine düşmüş, tere ve
yanaklarındaki ıslaklığa yapışıp kalmıştı. O anda odaya ilk kızım Tuğba girmişti.
Kucağında yığınla oyuncak vardı. Getirip hepsini odanın ortasına döktü.
''Allah bunlara yoksulluk göstermedi. Ey büyük Allah, sen ne kadar Kadirsin.
Beni şu yavrularımdan ayırma'' diyerek duvalar etmeye başlamıştı rahmetli
anam.
O kadar büyük sarsıntı geçiriyordu ki, karşımdaki yaşlı kadın bu duruma son
vermek istiyordum. Ama o bir defa başlamıştı anlatmaya. Öyküyü yarıda kesmek
adeta babama ihanet gibi geliyordu. Bir süre sustu. Tuğba'nın yanına giderek
onu sevip okşamaya başladı...